sana söyleyip isteyip de söyleyemediğim
hiç bir şey kalmadı...
ne tuhaf, gitttin galiba..

ev

üzerinden kayıp giden su damlaları
ışığı kırarken sırtımda
tenimde bir kesik
aynı şarkının nakaratında kanıyor..
ben
aklımı
önüme koydum
kalbimi gerime..
yeşilin içinden yürüdüm maviye
gözlerimi alacasına diktim o önümüzde uzanan çirkin bozkırın..
adının ne olduğu önemli değil şehirlerin
bir ucundan diğerine
kaç adımda gittiğindir mesele
ve mesele
hissedebilmektir kendini evinde..
ben kendimi sende evimde hissettim,
bütün şehirlerin adı senin adın
senin adın bütünil sınır tabelaları...
ondandır
köküm olmamasına rağmen kendimi tutturabilmem bu toprağa...

ben nereye gitsem
evimdeyim aslında...
derinden gelir
derini deler..

yazık


Çünkü kırılıp dökülen aynanın sırrından sızan nazarda saklıyoruz her şeyi
Bir el değimişlik ki kendi içerisi karman çorman
O kadar dudak ne kadarını öpmez ki senin
Kalan yerlerle yetinebilmek için
İşlenebilir olman lazım eşittir-in ardından
Yıkılan duvarın yanı başında ki apartmandan hatırlamalısın en çok
Nasıl da kendini sevdiğini
Hatta yalnız kendini sevdiğini
Sadece kendini sevebildiğini

İlk otostop çekenler son varanlardır aslında

Şehrin içerisinde kendinden yamalı bir meydan
Meydanın ortasında kendini çağırıp duran bir deli
Delinin ellerinde bahçelerden aşırılmış elmalar
Elmanın yüzeyinden dudakların gibi kırmızı bir kabuk
Kabuğun içerisinde yazıdan saklanmış duygular
Duyguların arasında bir başlayıp bir biten o aynı melodi
Elma kabuğu dudaklarından yayılan belli belirsiz bir ıslık
Sakladığımız tüm nazarları o ıslığa ulaşabilmek için çatlatıyoruz
Çatlatıyoruz maviboyalıtaşınüzerindekisarıbeyazgözbebeğini
Gözlerimizi mavinin içerisinde süzüyoruz
Deniz de miyiz yoksa?
Burası o deniz mi? O ikimizin de çok iyi bildiği deniz mi? Hani kıyısında senin oturduğun, adının oturduğu deniz mi?
Ve aslında yerden yönden her yerden her yönden sana esse de bu rüzgar;
sen estiği hiç bir yerin içinde değilsin ki..

arada--

banliyö treninin ilk durağı ve son durağı arasında seviyorum seni en çok
insanlar işlerine yetişmeye çalışırken
memlekette birşeyler gene ters giderken
maaşım ay ortasında bitmişken
ve
yağmur şehri temizlerken..
ama en çok umut ederken..

hanginiz katilim hiç bir zaman öğrenemeyceğim..

bir an

            gelecek kızılımsı bir gün batımına nazır tepede
öpmek isteyeceğim seni dudaklarından
sarılmak isteyeceğim sana biraz ürperip
gözlerinde ki yegane yansıma olsun isteyeceğim
elasında bile sana vurgun birşeyler olan bakışlarım

bir an gelecek yağmurdan hemen önce kararmaya yüz tutmuş göğe açılan pencerelerin ardında
ellerini tutmak isteyeceğim
sımsıkı
sanki bataklığın içine çekiliyormuşum da
tek umarım senmişsincesine

bir an gelecek daha az önce ayrılmış bile olsam senden
koşup varmak isteyeceğim yanına
varıp durmak
sadece durmak isteyeceğim yanında
isteyeceğim ki içimde ki bütün iklimler senin yarım kürenden geçsin

bir an gelecek
en derin sessizliğimi gömmek isteyeceğim boynuna
saatler kokunda değişsin
günler haftalar aylar yıllar
sesinin tınısında yaşansın
yanyana
bir an gelecek  hep isteyeceğim seni aralıksız
biliyorum..

işte o an geldiğinde
sen
kayıtsızlığını sürersen varlığıma
canım da çıkan yangın
hektarlarca alan yakacak içerimde
o an geldiğinde
su diye inlediğim de dönüp bamayacaksın belki de

o yüzden bırak beni bırak şimdi gidebiliyorken gideyim

sen piyano
hiç çalma bana...
öyle yorgunum ki
yaprak olsam
dökülemem bile...
halbuki mevsim bahar, hem de son..

göz

gözümün içerisinden akıp gitti
adına
bahar dediğiniz koskoca bir yağmur..
gözlerinde bir kedi yaşıyor senin
gözyaşı yerlerinden çekilmiş içine doğru
ağırdan bakıyor bana
ağırdan geziniyor vücudumda
umu
demiştim ya sana
umu-yorum işte
azıcık rakıdan
azıcık bu şehre değen sonbahardan
azıcık da
azlığından mustaribim...
gözlerinde bir kedi yaşıyor senin..
şimdi sana zor bir soru
salak olarak mutlu olmak mı
salak olmaksızın mutsuz olmak mı?

deniz--

kırık plak
eksik arpej
sesinde upuzak bir tını şimdi her şey..
anladım artık
kabullenmem gerek
yaz bitti

ben bir kaç ömür daha yürüsem de
bin başka hayatı seninle,
ödediğim bedellerden bir şehir de kursam adına
denizi kıyılarına sen diye diye vuran,
seni
gülümsetebilsem de bir an,
anladım artık
farketmez...
ne sen beni affedebilirsin,
ne de ben
seni sara-bilirim bundan sonra

ben sana hasret
sen benden bi haber
öylece yaşar gideriz
ben
bakarım dokunmaktan eskimiş resimlerine
sen..
sen de
bilemem ki ne eylersin
bundan sonra..

mevsim

sanki
bütün ağaçlar gözlerinden döküyor yaprakları..

sonuç

nasıl ki bir saatten sonra
şehir köpeklere kalıyorsa
sen de
bana kalacaksın

(evet doğru seni şehre kendimi köpeğe benzettim ve bunu yaparken hiç erinmedim)
görecelendirilmiş  
zaman üzerinde ki sabit bazı noktalar arasından akıyor hayat
içimizden geçmiyor
ya da etrafımızda dönmüyor..
alfabeden adının tüm harfleri çıkartılsın
adın kağıt üstünde
karşılıksız kalmalı
bütün kelimeler sanki terkettiler beni
suda yürüdüm
havada dağıldım
ateşe geldim
yollar
yıllar
insanlar
katettim
bir sen aşikarsın ayak seslerime
şimdi
sokaklarınla sar beni
ankara
ben geldim..

güneye

gidiyorum,
saman kağıtlarını koydum çantaya..
hayat kat yerlerinden kırılmış bir kağıt gibi düşüyor önüme..

kıskanı

...

böyle yağmurlu günlerde
ben
boş bir sokağın
bütün kapı zillerine
kendi adımın
baş harflerini yazarım…

http://felluka.blogspot.com/

bunlar fütursuzca söylenmiş bir kaç cümle olarak kalacak

çünkü karafaki dolar
ve boşalır ardı arkasına kadehler
kediler
kendilerini sevdirmek için
ayaklarımıza sürtünür..
eylül sakin durur
sonra
sonra
sabah olur..

lüt(u)fen

kelimeleri yuvarlar gibi yuvarlıyorum yudumları,
bekliyorum işte
bıraktım kovalamayı,
elimi sanki mesafeyi savurmak istercesine
gerim sıra atıyorum
şehir dağılıyor
atlasın yanılgısında..

boşvermişlikten nasibini almış her bir ayrıntıyı
senin gözlerin oyuyor sayfalara,
sayfalar yanıyor bu evin duvarlarında,
bu duvarlar ki adının aksiyle bezeli,
adın ki önüne düşen bir yaprak gibi
elasında bir yırtık gözlerimin..

şimdi renkler değişir
deniz yürür önüm sıra
kimse görmez,
görülmesin, deniz, bu sana kör bana sağır dünya görülmesin..
çünkü ben;
içerimden doğru seviyorum seni
aynı nakaratta kafiyeli yüklemler içerisinden
çekiliyor
kıyılarımız..
dualardan nasibini alan tüm inanmayanlar ve
secdeye durmuş umutların arasında bir fısıltı
bekle diyor bana, derinden,
senin derin-den bir koku
dağılıyor ötemde
diyor,
bekle
kıpırdamadan
sadece

bekle..


“Odandan çıkman gerekmez, masanda oturmaya devam et ve dinle… Dinleme bile, sadece bekle…Bekleme bile, gerçekten sakin ve yalnız ol. Dünya özgürce sunacaktır kendini sana… Maskesinden sıyrılmak için başka seçeneği yok, huşu içinde yuvarlanacaktır ayaklarının dibine…” kafka
ankaranın sonbaharını severim
seni de severim, mevsimsiz..

aslıma
uyku demiştim
günlerce uyumak istiyorum demiştim
gözüme uyku girmiyor..

serzeniyorum

"insansız hava sahası" idealimdir, en az 3 saat..

düşünmüyorum ne olacak referandumda diye;
herkes yorum yapıyor.. fikrimi de zikrimi de kendime saklama taraftarıyım..
-ya ne olacak sence 12 eylülde
-sabah..

yağmur yağacak, her tarafı bulutlar kapladı, bunaldıkça bunaldı hava, yapıştı kaldı neresi denk geldiyse;
yağsın şemsiye kullanırım gerekirse, ayaklarımda ıslanır, keyiflenirim..
-ay nasıl bunaldım ya yağmur yağacak sanırım, arabayı da almadım, off ayakkabılarım da açık
-gerçekten kuzenim olamazsın sen benim
-kızım tarzımız farklı, ben elegantım
-ya sen erkeksin be gant!
-agkdfjdlagha
-!

beni çok iyi tanıyor ya insanlar ve her konuda söyleyecek en az bir sözleri var ya, patlatıyorlar hemen:
-yapıştırmaktan vazgeç artık kendini şu resimlere
-nasıl?
-yani bir yerlere ait olmak zorundaymışsın gibi hissetme bence
-ben mi?
-kesinlikle canım, senin problemin bence bu
-ve sen bu sonuca varabildin çünkü??
-ee tanıyorum seni ben
-yok o senin tanıdığın benim ikinci tekil şahsım, sana içinden helal olsun diyen birinci tekil şahsım, seninle muhatap olmayacak olan ise üçüncü tekil şahsım..

yani
serzeniş içerisindeyim
beni tom waits keser ancak..

eylül

kızılkahve bir esinti var sanki
eylül sen mi geldin?