baktım ki camları açmak ya da perdeleri kapatmak işe yaramayacak ve ben uyuyamayacağım, güneş bile doğamadan ayaklandım, parka gitmeye karar verdim.. parkları severim, parkları seven insanları da severim, selçuğu mesela, edip'i ve bengi'yi de severim; yalnızlığımı da severim ki park arkadaşlarımın hiçbirini aramadan gittiğime göre yalnızlığım en çok sevdiğim şey bu aralar..
piknik çantası bile yaptım kendime.. kitabım, bitemeyen lanet defterim, kalem, bardak, sigara, gözlük, karınca engelleyici bir örtü ve taze portakal sıkma suyu ve votka. güneş batmadan içmeyi de seviyorum anlaşılan..
bugün de ne kadar kalabalık olabilir ki park? kendi bölgemi işaretleyebilirim en azından diyip yola çıktım.. bugün hava sıcak olacakmış önemsemedim, bir ağaç altı, biraz gölge halleder herşeyi nasılsa diye düşündüm..
adını bilmediğim ağacın dibine tünedim.. ve pazar günü parkçıları başladı dökülmeye.. sayıları bir anda nasıl o kadar arttı bilmiyorum.. hemen hepsinin yanlarında köpekleri! parklara gezdirilmeye gelen köpekleri sevmem, rahatça serpilemiyorum huzursuzluktan ama votka işte umursamamamı sağladı bir yerden sonra..
insanların neden yatıp kitap okuyor bu hatun günün bu saatinde diye düşünerek sadece bakmaktan vazgeçip bir de bana sormaya başlamalarının ardından "kendimi gezdiriyorum" diye lafı kestikten de sonra, kalabalığı tamamen dışsallayıp kendime dönmeyi de başarabildim..
ta ki paris gelene kadar.. ben bu parisi başka park günlerinden de tanırım. sarımtırak tüyleri, mavili kahveli gözleri, metrelerceymiş hissi varan bir dili ve bana karşı bir sempatisi var.. ve her ne kadar yeterince votka olsa da köpeklere karşı bir sevgim olmadığından etrafta gezinmesinden mutlu felan değildim..
sırıtkan sahibinin her "paris gel oğlum!" çığırtısına karşı (ki ben gördüğümde hep bir çocuk gezdiriyordu, şimdi 50lerine doğru bir kadın var yanında), diş gıcırtadarak söylenmiş bir "paris, çek git oğlum!" hırıltısı da ben çıkarttıktan sonra bana daha bir sevgiyle bakmaya başlaması da işin cabası oldu tabii.. biraz votka versem belki kafayı bulup sızar diye düşündüm başta, sonra sanırım kıyamadım ya da ölüverirse felan sahibini çekemeyeceğimi düşündüm içten içe bilmiyorum.. öyle başını okşamak gibi sevgi hareketi de yapmak istemediğimden ve köpeklerden çekinip ya da sahipleri tarafından kucaklanmak isteyip de dünyanın en tiz sesiyle çığlığı basan kadınlarla da çok dalga geçtiğimden, fondip üstüne fondip yapıp görmezden gelmeye çalıştım paris'i.. gerçi sahibinin gelip "ahahaha bayılıyor sana" diyerek sırıtması bende insansız hava sahası lütfen! hissiyatı uyandırsa da en azından kadına biraz tebessüm vermenin çekip gitmesini sağlayacağını ummadım değil..
ne kadar çabuk kaynaşmaya çalışıyor şu insanlar.. o kadar çok soruyu neden bir insan bir başkasına arka arkaya ve henüz daha bir öncekinin cevabını almamışken sormaya devam eder ki?! hiç bitmeyen ve aslında cevaplanmayan sorularla etrafımda dört dönen parisin sahibinin suratına içkimi boca etmek isteğimi de bastırdıktan sonra koyverdim gitti bende başladım sormaya.. içimde de gene bir umut sıkılacak ve gidecek diye ama yok.
her basit sorumu çocukluğundan başlayarak cevaplamakta ısrarcı olan bir zat vardı karşımda.. benim çok konuştuğumu düşünenler bir de aylin hanımı görmeliler bence.. ya aylin hanım hadi ben sarhoş oluyorum da sen ne çaktın bana bir söylesene demek kaç kere dilimi karıncalandırdı tahmin dahi edemezsiniz..
dakikalar dakikaları kovaladı, aylin hanım konuştu, ben içtim, paris bacaklarımın yanına uzandı, derin ve hızlı soluyarak başını da elimin altına soktu bir güzel, aylin hanım çantasından kek çıkardı, bende ona portakal suyu verdim, tam bir buçuk saat bu şekilde geçti.. arada bir paris kuş vıcırtısına kafasını aniden kaldırdığında yüreğim biraz hoplasa da alıştım köpeğe ne yalan söyleyeyim.. sonra o büyülü ses aylin hanımın telefonundan yükseldi ve aaa kardeşi aradı, ay açmalıydı, paris uzansındı, uzansın tabii, nasılsa konuşmuyor benimle.. siz gidin de.. paris bile derin bir oh çekti, farkettim yahu!
artık hangi telefon şirketini zengin ettiler bilmem ama ben sayfalarca okuyana kadar aylin hanım etrafta görünmedi.. cırıltılı sesi arkalardan bir yerden geliyordu ama yakınımda değildi!
bende rahatı bulunca serildim iyice parisin yanına, paris yine kendine bir el altı ve dayanacak baldır buldu tabii, ama sessizce yattı işte bende kitabımı okudum.. o kadar da fena birşey değilmişsin sen yahu diye kendisine arada laf bile attım..
aylin hanım konuşmasını bitirip geldikten sonra patlattı bombayı, eşini almaya gidecekmiş parkın başında ki büfeden, parise biraz bakarmıymışım? ya aylin hanım, ben sabah sabah votka içen, üzerinde kayık bir tshirt, diz yapmış bir eşoftman, elliikiekrangözlükleri ve kafasında kedi oturmuş hissiyatı veren saçları olan karının tekiyim ya belli ki deliyim.. insan bırakır mı hiç bu halden anlayan, çok güzel alkol arkadaşlığı yapan, mülayim ve iri ve korkutucu ve ıssırsa kolumu koparabilir dişleri olsa da sevimli köpeği benim gibisinin yanına?? cevabımı beklemeden zaten gittiğini söylememe gerek yok sanırım.. paris bile arkasından şaşkınlıkla baktı ama sonra bana dönüp "hav" dedi.. öyle korkutmak için değil ama usulca.. sarılıp canım benim diye sevmek bile geldi içimden ama sarhoşum ya tuttum kendimi.. öyle laubali olamam daha yeni tanıştığım köpekle.. gerçi bende nasıl bir baktıysam elim o metrelerce olduğu artık kanıtlanmış olan dili tarafından boydan boya yalandı!
bir fondip daha, koydum ben de başımı yanına kapattım gözlerimi öyle dinledim parkı..
aylin hanım ve eşi ender bey gelene kadar bir huzur bir huzur.. allahtan ender bey, aylin hanım benimle yaptığı sohbeti kendisine tüm detaylarıyla anlattığından ne kadar sıkıldığını anladım bakışlarıyla geldi de, bitecek bana yönelik bu insan sesi diye sevindim bende.. nitekim on dakikalık bir sohbetin ardından gitmeye karar verdiler..
ben parkları severim, köpeklerini parklara gezdirmeye gelen insanlara nötrüm ama köpekleri sevmem..
parisin tasmasını takıp yanımdan aldıklarında da aynı düşüncedeydim hala da aynı değişen bir şey yok..
ama gitmeden başını karnıma koyup bana pek bir güzel baktı.. benim de öyle sahibim olsa bende beni severim..
hayır etkilenmedim sadece sarhoştum ve hava sıcaktı ve ben yalnız kalmaya çalışıyordum.. o yüzden giderken arka ayakları çarpık parise "hey Paris!" diye bağırdım arkasından.. hahaha türk filmi olsa koşup üzerime atlardı ve beni ölene dek yalardı muhtemelen ama hayır Paris sevgili Paris bana bakıp sadece "hav" dedi.. bende el salladım..
kendimi attım geriye, bir sigara yaktım, bulutları izlemeye başladım..
etrafta artan sayılarıyla bir sürü insan..
bir sürü köpek..
pazarları severim, votkayı ve portakal suyunu da..
Paris'in halden anlamasını da..
2 yorum:
bir köpeği en çok boğazından sıkabilirsin diyen sen miydin?
parktı, sarhoştum ama edip buralarda bir yerlerde kesin diyen sendin!
edip buralarda diyen bendim kurbağa geçmişti önümüzden..parktı, sarhoştuk..
köpeği boğazından sıkabilirsin diyen sendin.. sekanstı, sarhoştuk..
Yorum Gönder